Vedasız Ölümler, Selamsız Ayrılıklar: Babamın Ardından

Ölümün getirdiği ayrılık kadar son ayrılığa tanıklık edememek, son anında orada olamamak, adam gibi veda edememek de ölüm kadar ızdırap verici.

Abdullah Ayasun
5 min readNov 30, 2020

Babasını kaybeden ilk evlat ben olmadığım gibi son kişi de olmayacağım. Tarihsel devinimin, doğanın, Tanrının buyruğu böyle. Yazgı, kader, alın yazısı. Doğmadan evvel mührü basan Kadr-i Mutlak’ın ayan-ı sabitesinde saklı herşey. Ancak arif olanların, nedensellik perdesini aşıp ötelerin gizemine vukuf edenlerin hissedebileceği türden, benim inhisarımda olmayan bir mefhum — kimin nerede ne zaman öleceği.

Yine de hissediyor insan. Baba olunca sonun yaklaştığını sanki bir nefes fısıldayıveriyor kalbine.

Her ademoğlunun tattığı, kalbe bir kurşun kadar ağır gelen, bir dağ gibi çöken bu elemi biz de tecrübe etmekteyiz şimdilerde. Son haftalarda geliyorum diyen o meş’um an, ansızın ve hiç de hesapta olmayan bir aralıkta geliverdi. Milyarlarca insanın ruhunu kabzeden Melek, bizle babamız arasına Haşre kadar bir set çekti: artık bu perdeyi açamazsınız türünden ilahi bir fermanı, idamlık mahkum gibi boynu bükük bizlerin suratına ilan eyledi.

Dört-buçuk yıldır gör(e)mediğim peder, kendi yanı başında son anlarına şahitlik eden evladının bile şuurunda ve…

--

--

Abdullah Ayasun

Boston-based journalist and writer. Columbia Graduate School of Journalism. On art, culture, politics and everything in between. X: @abyasun